Kim Daha Iyi Siker? Ch. 02

Story Info
She experiences her first DP (Turkish).
5.7k words
4.59
24.4k
0

Part 2 of the 4 part series

Updated 08/05/2022
Created 07/18/2007
Share this Story

Font Size

Default Font Size

Font Spacing

Default Font Spacing

Font Face

Default Font Face

Reading Theme

Default Theme (White)
You need to Log In or Sign Up to have your customization saved in your Literotica profile.
PUBLIC BETA

Note: You can change font size, font face, and turn on dark mode by clicking the "A" icon tab in the Story Info Box.

You can temporarily switch back to a Classic Literotica® experience during our ongoing public Beta testing. Please consider leaving feedback on issues you experience or suggest improvements.

Click here
mofilius
mofilius
64 Followers

Akşam eve giden yolda bisikletinin pedallarını çevirirken, mutluluktan uçuyordu Tuba. Her şey, beklediğinden, umduğundan çok daha güzel olmuştu. Tanrım öyle güzel sikilmişti ki, hala rüyalar aleminde gibiydi. Neredeyse aşık olmuştu adama. Ona yaptıklarını hatırladıkça, uçuyordu. Hafif hafif ve inanılmaz bir tatlılıkla sızlamakta olan amıyla götü, bisikletin selesine değdikçe, içi bir hoş oluyordu. Ertesi sabah erkenden ona gidecekti yine. Kendini yine siktirecek, o kocaman siki ağzına, amının, götünün içine alıp, tohumlarını boşaltacaktı. Ah nasıl da sabırsızlanıyordu.

Annesiyle babası daha gelmemişlerdi eve. Banyoya gidip yüzüne baktı Tuba. Adam eme eme şişirmişti küçük dudaklarını. Sonra annesinin el aynasını alıp amına ve götüne baktı. Hala açıktı küçük amının dudakları. İlk kez sikilen küçük göt deliği biraz şişmişti. Üstelik hala tam kapanmamıştı. İçinden hala beller sızıyordu. Şortuyla fanilesini kirli sepetine atıp, duşa girdi. Aslında temizlenmek, adamın vücudunda bıraktığı izleri çıkarıp amak istemiyordu ama, yine de iyice yıkandı.

Ertesi günden başlayarak süren dört gün, yaşamının en unutmaz günleriydi Tuba için. İlk iki gün, sabahları erkenden gitti adama. Onun adının Şenol olduğunu da o zaman öğrendi. Daha kapıdan girdiği anda sikişmeye başladılar her seferinde. Ne adam ona doyabiliyordu, ne de o adama. Neredeyse durmadan sikiyordu Şenol onu. Amından, götünden, ağzından, her yerinden sikiliyordu. Ama en çok götünü sikiyordu Hataylı.

Annesi ve babasıyla tatile çıkmadan önceki son iki gün ise kelimenin tam anlamıyla muhteşem oldu. Daha doğrusu, ilki muhteşem, ikincisi ise bundan da öte bir şeydi. Yaşadıkça hatırlayacağı, izleri asla silinmeyecek, bundan sonraki tüm yaşamını etkileyecek bir gündü o son gün. Tuba annesiyle babasına, "bu iki günü bir arkadaşıyla geçirmek istediğini" söyleyerek, geceleri de orada kalmak için izin istemişti. Eskiden de olmuştu böyle şeyler. Ama bu sefer çok kolay almıştı izni. Bu arada annesinin babasına, ona çAktırmadan söylediği sözler gerçi aklına takılmıştı Tuba'nın ama, izin kopardığı için o kadar sevinmiş, o kadar heyecanlanmıştı ki, fazla üstünde durmamıştı bunun.

- "Bak bu iyi oldu..." demişti annesi, "Yaramazlık yapmak için otele para vermemiz gerekmeyecek bu durumda..."

O sabah uçarak gitti Şenol'a. Yine gün boyu sikiştiler. Sonra akşam adam Tuba'ya, şimdiye kadar tadına bile bakmadığı Hatay yemekleriyle dolu bir sofra kurup, rakı içirdi. Gerçi daha önce de bir iki kez alkol içmişti Tuba ama, bu sert içkiyle, iyice sarhoş oldu. Sonra adam içeri yatak odasına gidip, elinde paketlerle döndü.

- "Bunları senin için aldım..." dedi ona.

Tuba telaşla açtı paketleri. Birinden küçücük ve kısacık, siyah bir mini etekle, saten bir büstiyer çıktı paketlerin, öbüründen de, alabildiğine yüksek topuklu bir çift dekolte ayakkabı. Sonra bunları giymesini istedi adam ondan. Tuba da, zevkten mestolarak yaptı bunu. Etek, gerçekten de küçücüktü. Esnek kumaşı kalçalarını ikinci bir deri gibi sarmıştı. O kadar kısaydı ki, arkadan bakıldığında, kıçının çıplak yuvarlaklarının bacaklarıyla birleştiği yerler görünüyordu. Büstiyer, kollarını, omuzlarını ve karnıyla sırtının önemli bir bölümünü açıkta bırakıyordu. Ama en müthişi ayakkabılar olmuştu. İlk defa böyle gerçek kadın ayakkabıları giyiyordu Tuba. Küçük ayakları, onların içinde daha da güzelleşmiştiler sanki. Yüksek topukları nedeniyle bacakları sanki daha uzamıştı. Sonra adam onu yatak odasına götürüp, karısının makyaj malzemelerini kullanarak, makyaj yapmasını istedi. Uzun sarı saçlarının çevrelediği güzelim yüzü, kıpkırmızı boyanmış dudaklarıyla, iyice baştan çıkarıcı bir havaya bürünmüştü. Ayağa kalkıp aynada kendini seyrettiğinde, kendine hayran kaldı Tuba. Yaşından çok daha büyük gösteriyordu şimdi. Tam bir kadın gibiydi.

Sonra yine salona dönüp içmeye devam ettiler. Şenol radyoda yumuşak bir müzik bulup ona dansa kaldırdığında, iyice başı dönüyordu Tuba'nın. Vücudunu onunkine yaslayıp, kendini tümüyle bıraktı. Bir süre gerçekten de dansettiler. Ama adamın kalkıp taş gibi sertleşen siki karnına dayanmaya başladığında, işler değişti tabii. Önce deli gibi öpüşmeşe başladılar sonra da Şenol onu kucağına alıp içeriye, yatak odasına taşıdı. Bu Tuba'yı çok heyecanlandırdı doğal olarak. İlk kez adamın yatağında, normalde onun karısıyla paylaştığı yatakta sikilecekti. Zevkten buğulanmış gözlerle, adamın onu soymasını seyretti önce. Sonra da ayaklarından başlayıp, vücudunun her yerini öptü, emdi, yaladı adam. Sabahın erken saatlerine kadar sikiştiler o gece. Sonunda Tuba önde, Şenol arkada, kaşık gibi yattılar. O aklını başından alan, zevkten çıldırmasına, durmadan belini getirmesine neden olan sik, götünün içindeydi Tuba'nın. Öylece uyudular.

Ertesi sabah güne yine sikişerek başladılar. Bu nedenle de, ancak öğlenden sonra çıkabildiler yataktan. Duş yapar yapmaz, Şenol'un aldığı giysileri giydi Tuba. Bu çok hoşuna gidiyordu. Keşke mümkün olsaydı da, sürekli böyle dolaşabilseydi. Akşam olmadan bir ara Şenol'un dışarı çıkması gerekti. Tuba da evde oturup onun dönmesini bekledi. Arada duş ta yapmıştı. Sonunda, elli kolları torbalarla dolu olarak geri geldi adam. Yiyecek doluydu torbalar. O kadar da çok şey almıştı ki. Tuba bunların ikisi için çok fazla olacağını düşünüyordu. Bu arada torbalardan birinden çıkardığı büyük bir şişe rakıyı da, özenle buzdolabına yerleştirmişti Şenol. Aslında dün bitiremedikleri ama içinde az bir şeyler kalmış olan öbür şişe de orada duruyordu zaten. Sonunda Tuba kendini tutamayıp, öneden bu kadar çok şey aldığını sordu adama.

- "Bu gece yalnız değiliz..." dedi o da, "Vakkas gelecek..."

- "O da kim..?" diye sordu Tuba, şaşırdığını açıkça belli eden bir sesle, "Ben yine başbaşa olacağımızı sanıyordum..."

- "Vakkas benim bir arkadaşım... Hem de iyi bir arkadaşım... Senin de ondan hoşlanacağına eminim yavrum..."

- "Peki... O zaman üstümü değiştireyim ben..."

- "Neden..? Böyle ne kadar güzel olduğunu görmüyor musun..?"

- "Güzel olduğumun farkındayım da, başka biri gelecek ya..."

- "Ne farkedecek ki..? Yoksa onun senden hoşlanmasını istemiyor musun..?"

- "Bilmem... Bunu düşünmemiştim..."

- "Bence böyle çok iyi yavrum..."

Sesini çıkarmadı Tuba. Şenol'la ilişkisinin çok özel olduğunu düşündüğü için değiştirmeye kalkışmıştı giysilerini zaten. Ama adam arkadaşının onu böyle görmesinde bir sakınca görmüyorsa, onun için de farketmezdi. Daha doğrusu farkederdi tabii. Başka bir erkeğin önüne böyle çıkmak, son derece hoş, hatta tahrik edici olabilirdi. Önemli olan, Şenol'un incinmemesiydi. Birden kendini ona sadakat gösterme zorunda hissetmişti Tuba.

Yemek zamanı yaklaştığında Şenol onu yatak odasına götürüp, aynanın karşısına oturttu ve muhteşem bir makyaj yapmasına yardımcı oldu. Kelimenin tam anlamıyla, bir afet olmuştu Tuba yeniden. Anlaşıldığı kadarıyla adam onu arkadaşına iyice teşhir etmek niyetindeydi. Bunu iyice anlamıştı. Madem ki, öyleydi, o halde o da biraz yardımcı olabilirdi Şenol'a. Ayakkabılarını çıkardı ve tuvalet masasının üstünde durmakta olan ojeyi alıp, ayak tırnaklarını boyamaya başladı. Dudaklarına sürülen rujla aynı renkte, yani kıpkırmızıydı oje. Biraz sonra ayakkabılarını tekrar giydiğinde, manzara müthiş olmuştu. Şenol onu hayranlıkla seyrediyordu.

Kapı çalındığında, Şenol küçük tabaklara doldurduğu mezeleri masanın üstüne dizmekle meşguldü. Tuba ise kanepeye oturmuş televizyon seyrediyordu. Kapıyı açmaya Şenol gitti doğal olarak. Az sonra da, arkadaşıyla birlikte salona geldiler. Hemen hemen Şenol'la aynı vücut yapısındaydı Vakkas. Saçları simsiyahtı. Teninin rengi ise Şenol'unkinden daha koyuydu. Daha genç görünüyordu. Kısa kollu gömleğinin meydanda bıraktığı kolları ve gömleğinin iliklenmemiş düğmeleri nedeniyle yarıya kadar görünen göğsü, saçları gibi kapkara ve kıvırcık kıllarla kaplıydı. Yüzünün hatları sertti. Tıpkı Şenol gibi bıyığı vardı. Tuba onu, içini hoplatacak kadar yakışıklı bulduğunu farketti. Ama asıl içini hoplatan, adamın bakışlarıydı tabii. Kanepede iyice geriye yaslanmış oturuyordu Tuba. Bacak bacak üstüne atmıştı. Üstündeki etek, neredeyse kalçalarını bile tam örtemiyordu üstelik. Ve Vakkas'ın bakışları, salonun kapısından girdiği ilk andan itibaren, apaçık ortada olan güzelliklerinin üstünde dolaşmaya başlamıştı.

Şenol onları birbirine tanıştırdığında, adam gelip elini sıktı. Kendi küçük elinin, adamın parmakları kıllı kocaman elinin içinde kaybolduğunu hissetti Tuba. İçi bir hoş olmuştu. Kendini kontrol etmeye çalışmalıydı. Onun erkeği Şenol'du. En azından şimdilik böyleydi bu. İki Hataylı'nın aralarında konuşmaya başlamalarını fırsat bilerek, dikkatini televizyona vermeye çalıştı. Böylece, kafasını biraz soğutabilirdi belki de.

Bu arada Hataylılar, sofra kurma işine birlikte girişmişler ve kısa süre içinde de her şeyi hazır etmişlerdi. Önce kendileri oturdular masanın başına. Sonra onu da çağırdı Şenol. Yerinden kalkıp masaya doğru yürürken, Vakkas'ın gözlerini yine vücudunun her yerinde dolaştığını hissederek ürperdi Tuba.

- "Ahh pardon yavrum..." dedi sonra Şenol, "Rakıyı getirmeyi unutmuşum. Hazır ayaktayken buzdolabından alır mısın şişeyi?"

Bunu yapabilmesi için, onlara arkasını dönüp, mutfağa gitmesi gerekiyordu Tuba'nın. Böylece de, hem Şenol'a, hem de özellikle Vakkas'a öldürücü bir darbe vuracağını biliyordu. Mutfak kapısından girine kadar, kısacık eteğinin tam örtemediği kıçının yuvarlaklarını seyredeceklerdi ikisi de. Doğruyu söylemek gerekirse, bunu son derece tahrik edeci buluyordu Tuba. Bu yüzden de, kalçalarını çalkalaya çalkalaya yürümeye başladığının farkındaydı. Elinde rakı şişesiyle geri dönerken, onların hızlı hızlı konuştuklarını farketti. Söylediklerini gerçi duyamıyordu ama, ondan söz ettiklerinden emindi. Sonra onların, sanki bir taraftan yemek yeyip, bir taraftan televizyon seyredeceklermiş gibi, bütün tabakları masanın bir tarafına koymuş oldukları farketti. Ortadaki iskemleyi, Tuba için boş bırakmışlardı. Geçip oturdu ikisinin arasına. Sonra da, hem konuşup hem yemeğe başladılar.

Şenol bu gece onu, daha çabuk ve daha çok rakı içmeye zorluyor gibiydi. Durmadan kadehini kaldırıp, onu da Vakkas'ı da içmek zorunda bırakıyordu. Bir taraftan da, Tuba'nın bardağının hiç boş kalmamasına dikkat ediyordu. Sanki onu biran önce sarhoş etmeye çalışıyordu. Tuba bunun farkındaydı tabii. Ama ilk kadehten sonra aldırmamaya başlamıştı. Sarhoş olmak, hoşuna gidiyordu hatta.

Vakkas da sürekli çeneye tutuyordu onu. İlk başlarda durmadan Hatay'ı anlatmıştı Tuba'ya. Dinlerken, doğal olarak yüzünü ondan tarafa çevirmesi gerekiyordu. Bu nedenle de adamın gözlerinin sürekli üstünde dolaştığını görebiliyordu. Bir süre sonra Şenol'da girmişti devreye. İkisini de dinleyebilmek için, Tuba iskemlesini biraz geri çekerek oturmak zorunda kalmıştı. Böylece, ikisini de görebiliyordu. Ama bundan önemlisi, böyle oturduğunda iki Hataylının da onu görmekte olmalarıydı tabii. Vakkas, iyice meydanda olan bacaklarının içine düşmüş gibiydi sanki. Pek başka yere bakamıyordu.

Rakı etkisini gösterip sarhoşluğu arttınca, iskemlesini biraz çevirmiş ve sırtını Şenol'un göğsüne yaslamıştı Tuba. Adam da bir kolunu onun omuzuna atmış, çıplak kollarını hafif hafif okşamaya başlamıştı. Bu, Vakkas'ın vücudunda dolaşan aç bakışlarıyla birleştiğinde, son derece iç gıcıklayıcı bir durum çıkıyordu ortaya. Bir kaç günden beri yakından tanıdığı o ateşi, yine karnının içinde hissetmeye başlamıştı Tuba. Sikilmek istiyordu. Vakkas'ın biran önce gitmesini ve Şenol'un onu inlete inlete sikmesini istiyordu.

Bir ara onu bırakıp ayağa kalktı Şenol. Sonra gidip radyoyu kurcalamaya koyuldu. Kısa bir süre sonra, tıpkı dün gece olduğu gibi, yumuşak bir müzik bulmuştu. Gelip Tuba'yı elinden tutarak ayağa kalırdı. Salonun tam ortasında dans etmeye başladılar. İçindeki sikilme isteğinin giderek büyüdüğünü hissediyordu Tuba. Kendini adamın kollarını bıraktı. Rakı da, iyice başını döndürmüştü bu arada. İki koluyla birden beline sarılmıştı Şenol. Tuba da, kollarını onun boynuna dolamıştı. Karnını adamın iyice kalkmış olan sikine yapıştırdığında, vücudu hafifçe titredi. Birden Şenol'un ellerinden birinin aşağıya kaydığını ve kalçasını avuçladığı hissetti. Titremesinin artmasına neden oldu bu. Sonra ateş gibi yanan, değdiği yeri yakan el, eteğinin altına girip çıplak kıçını okşamaya başladı. Sırtı, hala masada oturmakta olan Vakkas dönüktü Tuba'nın. Herşeyi görüyor olmalıydı adam.

- "Yapma..." diye fısıldadı Şenol'a, "Vakkas bakıyor..."

- "Bakarsa baksın, ne olmuş yani?"

- "Kötü bakıyor ama..."

- "Kötüden kastin ne yavrum..? Yoksa siker gibi bakıyor mu demek istiyorsun..?"

- "Evet öyle... Bana siker gibi bakıyor arkadaşın..."

- "Ve sen bundan şikayetçisin öyle mi..?"

- "Bilmem... Sen ne düşünüyorsun..?"

- "Benim düşündüğüm değil, senin düşündüğün önemli yavrum... Şikayetçi misin, değil misin..? Yoksa hoşuna mı gidiyor sana böyle bakılması..?"

Fısıltıyla konuşuyorlardı ve Tuba ona ne yanıt vereceğini bilmiyordu. Vakkas'ın bakışlarının hoşuna gittiği kesindi. Ama bunu Şenol'a söylemeye çekiniyordu. Yine onu incitmekten korkuyordu. Buna karşılık adam, sanki onun böyle seyredilmekten hoşlanmasını istiyor gibi konuşuyor, akşamdan beri işleri bu noktaya getirmeye çalışıyor gibi bir izlenim veriyordu.

- "Söylemesen de, ben senin bundan hoşlandığını görüyorum..." dedi Tuba'ya, "Zaten sana siker gibi bakmaktan başka bir yol yok ki... Öyle güzel, öyle sik kaldırıcısın ki, ancak siker gibi bakılabilir sana..."

- "Ohhhh..."

- "Hoşuna gitti değil mi...? Bak şimdi sen göremiyorsun ama, sana anlatayım Vakkas'ın ne durumda olduğunu. Gözlerini, senin elimin altındaki çıplak kıçından ayıramıyor bile. Tepeden tırnağa sik olmuş bir halde seyrediyor ve yalnızca, seni nasıl sikebileceğini düşünüyor...ö

- "Ohhh çok güzel... Devam et anlatmaya n'olur..."

- "Biraz da sen anlat ama... Ona vermek ister miydin..? Seni sikmesini ister miydin..?"

- "Ohhh yapma böyle... Fena oluyorum..."

- "İster miydin..?"

- "Ya sen... Sen ister miydin onun beni sikmesini..? Beni onunla paylaşmaya razı olur muydun..?"

- "Hem de nasıl..."

- "Kızmaz mısın..?"

- "Niye kızayım? Daha önce oğlum da sikmedi mi seni..?"

- "Ali sikmedi beni... Sikemedi... Vermedim ona... Yalnızca ağzıma getirdi..."

- "Buna üzüldüm biliyor musun? Seni sikmenin tadına, onun da varmasını istedirdim. Neyse... Ama şimdi Vakkas var burada... O sikebilir seni..."

- "Senin kadar güzel sikebilir mi..?"

- "Offf, hem de ne biçim siker biliyor musun..?"

- "O zaman göster bana onun nasıl siktiğini hadi... Ohhh hadi siksin beni... Kendi ellerinle ver beni ona..."

- "Acele etme bebeğim... Her şeyin kendi akışı içinde gelişmesini bekle, olur mu..?"

Alabildiğine başı dönüyordu artık Tuba'nın. Hem uzodan, hem de içinde artık bir fırtınaya dönüşmüş haldeki sikilme isteğinden. Şenol onu sımsıkı tutarak dansetmeyi sürdürüyordu. Yarı aralık gözlerle Vakkas'ın masadan kalkıp onlara doğru geldiğini ve sonra da kanepeye oturduğunu gördü. Daha iyi seyredebilmek için yakına gelmişti adam. Şimdi ondan yalnızca bir kaç metre uzakta dansediyorlardı. Daha doğrusu Şenol, giderek bunu dans olmaktan çıkarıp, ayakta sikişmeye dönüştürüyordu. Karnına dayanan sikin ateş gibi yandığını hissediyordu Tuba. Tepeden tırnağa am kesilmiş gibiydi sanki. Müthiş şeyler yaşamak üzere olduğunu anlıyor, ancak bunların nasıl şeyler olacağını tahmin bile edemiyodu.

Şenol'un öbür eli de kalçalarına geldiğinde, zevkle titredi. Şimdi iki eliyle o güzelim yuvarlakları avuçlamış, mıncıklıyordu Hataylı. Eteği, neredeyse beline kadar sıyrılmıştı ve öbür Hataylı da, yalnızca bir kaç metre uzaktan, tüm olup biteni seyrediyordu. Vücudundaki tüm sinirler, kopma noktasına gelecek kadar gerilmişti Tuba'nın.

Sonra yuvarlak kalçalarını birer pençe gibi kavrayan ellerden birinin parmağının kıçının yarığına girdiğini hissederek titredi. Şenol'un parmak ucu götünün deliğine değdiğinde ise kalçaları kıvrılıp bükülmeye başladı. Öylesine hassastı ki götü, en ufak bir temas bile onu zevkten mahvediyordu. Şimdi arkası dönüktü kanapenin üstünde oturmakta olan Vakkas'a. Bu yüzden onu, daha doğrusu iyice meydanda olan kalçalarında dolaştığından emin olduğu gözlerini göremiyordu. Ama adamın bakışlarını teninin üstünde hissediyordu. Müthiş bir duyguydu bu. Kalçaları, sanki okşanıyor gibiydiler.

Başını Şenol'un boynuna gömmüştü Tuba. Beli gelmek üzereydi. Bir ateş topunun karnının içinde dolaştığını hissediyordu.

- "Anlatsana bana n'olur..." diye fısıldadı erkeğin kulağına.

- "Neyi..? Vakkas'ın ne yaptığını mı..?"

- "Ohhh evet... Hadi anlat n'olursun..."

- "Bizi seyrediyor..."

- "Ohhh onu biliyorum... Ama sen anlat yine de... Çok hoşuma gidiyor..."

- "Gözleri kıçında bebeğim... Siki kalkıp kazık gibi olmuş... Eminim seni sikmekten, sikini götüne sokmaktan başka bir şey düşünmüyor şu anda..."

Sözleri, Tuba'nın beynine birer ok gibi saplanıyordu sanki. Götünün birden açıldığını hissetti. Şenol'un parmağı içine kayıverdi. Aynı anda da, sarsılarak beli gelmeye başladı. Zevkten gözleri kararıyordu. Bacakları, neredeyse onu taşımaz olmuştu. Amından sızan sular, bacakların iç taraflarında, neredeyse dizlerine kadar akmıştı.

Müzik birden bitti. Şimdi haberler vardı radyoda. Tuba Şenol'un ondan uzaklaştığını hissederek büyük bir boşluk duygusuna kapıldı bir an. Sonra adam onu kanapeye doğru götürdü. Birlikte oturdular. Şimdi bir köşede Vakkas, öbür köşede de Şenol oturuyordu. Tuba ise ortalarında kalmıştı, tıpkı masada oturduklarında olduğu gibi. Vakkas'ın gözlerini gördüğünde, içindeki ateş daha da büyüdü Tuba'nın. Alev alev yanıyordu Hataylı'nın gözleri. Tanrım, bakışlarıyla sikiyordu onu adam. Şenol da, bir elini omuzuna atmıştı. Vücudunu ona yasladı ve Vakkas'ı seyretmeyi sürdürdü.

Hataylı'nın gözleri, otururken iyice sıyrılan eteğinin meydanda bıraktığı bacaklarında dolaşıyordu şimdi. Kimse konuşmuyordu. Hava öylesine sikiş elektriğiyle yüklenmişti ki, Tuba akımın gücünü, tek tek hücrelerinde hissediyordu sanki. Şenol'un omuzundaki eli yavaş yavaş aşağıya, memesine doğru kaymaya başladığında içinin titrediğini hissetti. Hataylının parmak uçları, büstiyerinin saten kumaşı altında bir düğme gibi kabarmış meme ucuna değdiğinde ise küçük bir inleme kaçırdı ağzından. Gözlerini, Vakkas gözlerinden koparamıyordu sanki. Adamın o siker gibi bakışları altında eridiğini hissediyordu. Şenol memesini avuçlayıp mıncıklamaya başladığında biraz daha yaslandı ona. žimdi belden yukarısı iyice Vakkas'a dönük oturuyordu. Artık amı bir nabız gibi atmaya başlamıştı. Hataylı'nın parmakları büstiyerini yukarı sıyırıp çıplak memesine değmeye başladığında ise artık kasıklarında yangın çıkmış gibiydi. Sonra Şenol'un öbür eli de girdi devreye. Karnını okşuyordu adam. Giderek de daha aşağıya, kasıklarına doğru iniyordu parmakları. Bir taraftan da, zaten iyice sıyrılmış olan eteğini daha çok sıyırıyordu parmaklar. Artık amının tüyleri çıkmıştı meydana.

Tuba, bacaklarının elinde olmayan bir tepkiyle aralanmaya başladığını farketti. Dizleri birbirinden uzaklaşıyordu. Sonunda kendini tabak gibi açıverdi. Şimdi Vakkas amını görüyordu. Tepeden tırnağa sik kesilmiş bir halde, dudakları iyice şişip açılmış amını seyrediyordu adam. Vıcık vıcık sulanmıştı. Şenol arkadan boynunu öpmeye başladığında beli geldi birden. Kalçaları koltuğun üstünde kımıl kımıl oynuyor, vücudu titriyordu. Başını çevirip, dudaklarını adamın ağzına verdi. Aynı anda da, Vakkas'ın elini sağ bacağının iç tarafında hissederek, çıldıracak gibi oldu. Ateş gibi yanıyordu Hataylı'nın parmakları. Dizinin biraz yukarsındaydılar. Bacakları, elinde olmadan daha da açıldı. Hataylı'nın eli, okşayarak yukarıya çıkıyordu. Sonra birden onun yerinden kalktığını sezdi Tuba. Çok kısa bir süre sonra da, Vakkas'ın kalın ve ıslak dudaklarının temasını bacağının iç tarafında hissetti. Tüm vücudu gerildi bu temasla.

Şenol, büstiyerini iyice sıyırıp, iki eliyle iki memesini avuçlamış, sanki yoğuruyordu artık. Meme uçları öyle hassaslaşmıştı ki, Hataylı&nın avuç içlerinin temasını beyninin içinde hissediyordu Tuba. Ama tüm dikkatini, yine de bacaklarının iç taraflarından yukarıya, kasıklarına doğru yavaş yavaş çıkmakta olan ateş gibi dudaklara vermişti. Sonunda kasıklarına kadar geldi Vakkas'ın dudakları. Kalçaları yukarı aşağı oynuyor, amını Hataylı'nın yüzüne sürmeye çalışıyordu. Birden ağzını amının aralık dudaklarına yapıştırıp, emmeye başladı Vakkas. Bu da, Tuba'nın çığlıklar atarak belini getirmesine yetti.

mofilius
mofilius
64 Followers